1 Eylül 2011 Perşembe

Masumiyet Mozolesi


      
     Güneş, karanlık karşısında galip geldikten hemen sonra kalkması gerekiyordu. Uykunun yüzünde bıraktığı izleri silip aynanın karşısında uyanık bir surat ifadesi görmesi biraz zaman aldığından erken uyanmaya alışıktı. Yaşadığı evin arkasındaki çam ağaçlarıyla kaplı ormana bakan penceresini açacak ve güneşin galibiyetini ilk kutlayan olacaktı. Her sabah penceresini açar ve çiğ damlalarının güneşin ilk ışıklarıyla yaptığı dansı izlerdi.

Uyandığında olanları hissetmiş gibi huzursuz bir şekilde hemen saate doğru baktı. Saat neredeyse öğlene geliyordu. Gözlerini açtığında, güneş çoktan tepeye varmış ve galibiyetini unutmuştu. Karanlıksa yaralarını sarıp akşamki karşılaşma için çoktan hazırdı. Tımarhaneden yeni kaçmış bir akıl hastasından farksız,  kendi kendine söylenerek gördüklerinin yanlış olması umuduyla yakından bakmak için saate doğru koştu. Kendi kendine :

" İnanamıyorum. Saat 11. Deneme süresinin ilk gününde işe geç kaldım. Daha kendimi göstermeye fırsat bulamadan kapının önüne koyulacağım sanırım. Nasıl oldu da uyuyakaldım. "

Gerçekten de bütün koşuşturmasını bir kenara bırakıp bu sorunun cevabını düşünmeye başladı. Uyumayı çok seven birisi değildi ve hiç bir zaman uykuya düşkünlüğü sebebiyle işlerini aksatmamıştı. Her zaman saatin ona seslendiği vakitte gözlerini açıp güne kendi elleriyle badana yaptığı tavanla selamlaşarak başlardı. Kapı kapı dolaşmasına rağmen 1 yıldır işsizdi.  O kadar çok kapı görmüştü ki artık kapıların da bir dili olduğuna inanıyordu. Kapılara bakarak nasıl bir yere geldiğiyle ilgili tahminler yapıyordu. Bu durum biraz da canını sıkıyordu çünkü bu garip düşüncelerin iş bulamamanın yarattığı stresten kaynaklandığını biliyordu. Bütün çabalarının sonunda garanti olmamakla birlikte bir iş bulmuştu. 3 ay deneme süresinden sonra kalıcı olup olmadığını öğrenecekti. Öyle bile olsa uzun süre çölde yürüdükten sonra buz gibi suların aktığı bir çeşme bulmuş kadar sevinmişti. Peki nasıl oldu da uyanamadı ? Bu durumu anlamak için yatak odasında göz gezdirdi gözlerinden çıkan ateşle etrafı yakmamaya çalışarak. Sonunda pencereye baktığında ne olup bittiğini hemen anladı. Perde çekiliydi ve güneş ışıkları odaya girmek için adeta perdeyi delmeye çalışıyordu. Asla perdeyi çekmezdi yatarken. Sadece saatin çalması yetmiyordu uyanması için bu yüzden sabahın ilk ışıklarının direk suratına vuracağı şekilde koymuştu yatağını da. Böyle uyanmaya o kadar alıştığı için perdenin çekili olması uyanmasını engellemişti. Müzik ve ışığın karanlığı eriten uyumuna ihtiyaç duyuyordu güne başlamak için.

Artık bütün bulanıklık ortadan kalkmış ve tüm hikaye net bir şekilde önüne serilmişti. Bu manzara onun için acının ve hayal kırıklığının tablosuydu. Uzun uzun baktı o tabloya. Önce güneşe kızdı daha çok ışık saçmadığı ve onu karanlığa mahkum ettiği için. Sonra perdeye kızdı güneşe karşı koyup odanın aydınlanmasını engellediği için. Sonra ellerine baktı. Perde kendi kendine pencereyi kapatmış olamazdı. Ellerine kızdı. Sanki onlar kendi vücudunun bir parçası değilmişcesine sanki onun emrinde çalışan bir emekçi değilmişcesine. Uzun uzun kızdı etrafındaki her şeye. Saate kızdı. Tavana kızdı. Ama hiç kızmadı kendine. Kendini oradaki tek suçsuz olarak görüyordu. O,  acı ve hayal kırıklığı ile çevrili tablonun tam ortasındaki masumiyet mozolesiydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder