26 Aralık 2012 Çarşamba

Kaybettik Sevdikçe


Artık sevmiyorum hiç kimseyi
kimi sevdiysem
kimi aldıysam gözlerimin içine
ya benim dünyamın 
ya da bu dünyanın
dışına çıktılar 
göçüp gittiler
bir daha dönmemek üzere
kayboldular
omzumda bir el :
kaybettik dediler
anladım
kaybettik sevdikçe
....
doluydu gözlerim 
taştılar
bedenimi aştılar
ıslak bir çığlıkla
...
geride bomboş bir dünya
bomboş bakan bir çift göz
bıraktılar
söz dedim söz
sevmeyeceğim hiç kimseyi
artık
dolmayacak gözlerim
belki de 
olmayacak gözlerim
bu sefer kazanacağım
....

2 Aralık 2012 Pazar

Yalnızlığın Ellerindeki Zar


Yaradan kula kızar
kul yaradana
herkes bir kumarı yaşar
kendi adına
hayat bir kumar
aşk bir kumar
zarı avuçlarına alan
yaşamak için oynar
....
aşığın içinde bahar
ellerinde zar
çift atmaktır tek dileği
bir hayatla oynar 
bir yalnızlıkla
hem doğrulukla yarışır
hem yanlışlıkla
kimin güçlüyle bileği
o koyar yasayı
ama paylaşmak zordur
yalnızlıkla aynı masayı
çünkü hep tek gelir
yalnızlığın attığı zar


8 Kasım 2012 Perşembe

Devrik Kral



Tek cümleden, uzun bir hikaye
"sevdim"
küçük harfle başlayan
noktasız
kuralsız
büyük serüven
kendi cümlesinde başrol
her seven
ama sorsan
herkes perişan
görsen
herkes figüran
ve herkes tek cümlelik devrik kral 
bir perdedir bazen
koca güneşi kesen
gölgelerin ortasında parlar hakikat
"şah mat"
tek cümleden, kısa bir son



18 Ekim 2012 Perşembe

Bir Düşün Peşinde



Özlem dediğin 
kanadı kırık bir kuşun
gözlerinde parlayan gökyüzü
en son kimi özledin bu kadar
özledim demek bir laf
her aşkın ilk sayfasında var
hiç perde ettin mi ?
gözlerinin önüne bir yüzü
dünyayı o perdenin arkasından
hayranlıkla seyrettin mi ?
bir düşün
uyan bencillik uykusundan
her sonu olmalı bir düşün
eşekler bile beraber gezer
yalnızlık korkusundan! 


12 Ekim 2012 Cuma

Bir'den İki


Canım kardeşim'e..


Sen doğdun
silindi karanlık yeryüzünden
iyi ki..
iki koca adam var artık tek beden
bir'den iki
madem ki 
başladı hikayemiz aynı karında
şu çivisi eksik hayatın
yazında kışında baharında
bugün de yarın da
birlikteyiz

Ne çabuk büyüdük
deniz aldı götürdü kumdan kalelerimizi
salıncaklarımız kırık dökük
bu yaştayız diye oyun da mı yasak
ayıpsa ayıp
son bir oyun oynayalım seninle
ve sırtımızı dönüp oyunlara
susalım sonra
bir iki üç "tıp"..

Kolay sanma abilik
seninkinden kutsal olmasın
o da bir meslek 
mutluluk asla masal olmasın
sen hep gül 
sen gül ki aydınlık kaybolmasın
ah benim aslan doktor'um
ellerine "sağlık"..





2 Ekim 2012 Salı

Bir Delilik Hikayesi




Sokakta yalpalayarak yürüyen, gözleri iyice küçülmüş ve ayılsın diye arkadaşlarından yediği tokatlardan mıdır bilinmez yanakları kızarmış bir iki sarhoş kalmıştı gecenin son demlerinde. Kederden mi yoksa keyiften mi içip bu hale gelmişlerdi kim bilir. Sarhoşluğun tek bir kılığı vardır. Kederle de başlasan ilk yuduma keyifle de, aynı kılığa girersin sonunda. Bir gecelik sırların meskenidir içki masaları. Neyin ne olduğunu yalnız masadakiler bilir. Yalnızsan da bir tek meyhaneci.

Gecenin son demlerinde, bir yandan sağa sola sallanan sarhoşları izlerken bir yandan da güneşi karşılamak için cebinden çıkarttığı sigarasını tutuyordu elinde. Sanki yeni günle ilk ışıklarını gösteren güneş, gecenin ortasında yanan bir çakmaktı onun için. Sanki güneş yakardı elinde beklettiği günün ilk sigarasını. Ne büyülü bir andı bu onun için. Ne sadık bir dostuydu güneş. Başka da bir dostu yoktu belki de kırklı yaşlardaki bu perişan görünümlü adamın şu koca hayatta. Bu yüzden, gün doğmadan uyanır sigarası elinde her gün beklediği o sokakta beklerdi dostunu yıllardır. Bir adı yoktu onun. İnsanların kendisinden deli diye bahsetmesinden olacak ki unutmuştu adını çoktan. Yalnız başına yaşayan, az konuşan ve çok dolaşan bir deliydi o.

Bütün gün, o ayrılmadığı kalabalık sokakta bir aşağı bir yukarı yürür ve insanları seyrederdi. İnsanların birbirlerini hiç önemsemeden, birbirlerinin suratlarına bakmadan yaşadıkları bu hızlı hayatı anlamaya çalışırdı. Ne kadar bencildi herkes ve ne kadar yoğunlardı hayat denen bu oyunun bu içinde. Kalabalığın ortasında yalnız yürüyorlardı.

Güzel insanlar vardı diyordu eskiden iyi insanlar. Sokaklarda iyiliğe rastlamak ne zordu artık. Ama o inatla yürüyordu bütün gün karşılaşmak için iyiliğin son kırıntılarıyla. Ama gördükleri hep aynıydı artık. Tacizciler, gaspçılar, hırsızlar, eroin tacirleri, kadın tüccarları ve sonu gelmeyen kötülüğün karasına bulanmış suratlar. Kendi deliliğini sorguluyordu. Bu deliliğin ortasında tek deli ben miyim diye soruyordu kendine.

İçine sığmıyordu tüm bu gördükleri. Göz bebeklerinden taşıyordu üstünden binlerce hikaye geçmiş kaldırımlara. Haykırmalıydı artık gördüklerini kalabalığın orta yerine. Kalabalığın ortasına karışıp haykırdı iki elini havaya kaldırarak :

" Durun.. Durun diyorum size.. Görmüyor musunuz eteklerinizden dökülenleri ? Görmüyor musunuz kalplerinizden saçılanları ? Yerlere dağıldı hep. Neden dönüp bakmıyorsunuz ? Onurunuz, saygınız, insanlığınız, sevginiz yerlere döküldü hep. Üstüne basıyor her geçen. Neden eğilip almıyorsunuz ? Bakın dostum güneş aydınlatıyor her yeri. Yine de mi göremiyorsunuz ? Üstüne basılmadan ve ezilmeden ayaklar altında, toplayın ne varsa etrafa dağıttığınız! Gece çöktüğünde, bulamayacaksınız karanlığın ortasında! Siz almazsanız, süpürecek çöpçüler ne varsa kaldırımlarda. Hep böyle yarım kalacaksınız! "

Güneşe dönüp yüzünü ağlamaya başladı. Artık gelme diyordu. Yorma kendini aydınlatmak için dünyayı diyordu. Ben elimde sigaram beklerim karanlığın ortasında diyordu. Vazgeçiyordu tek dostundan.
Artık o da biliyordu karanlığın hakimiyetini.

Bazıları kafasını çevirip bakmamıştı bile feryat eden bu adama. Deli deyip geçmişleri yine. Kimisi de bir boşluğa bakar gibi bakmıştı sadece acıyan gözlerle.

Evet o sadece bir deliydi. Akıllı geçinen kalabalıkların göremediğini görebilen yalnız bir deli.



25 Eylül 2012 Salı

Bin Yıllık Ayrılık


Ben sana alışkınım 
sensizlik de nereden çıktı
ne kadar yabancı
kusura bakmayın biraz şaşkınım
omuzlarımdaki hüzün sanki bin yıllık
bilmem ki nasıl yaşanır ayrılık
daha önce hiç kimseyi
unutmak zorunda kalmadım
...
Bir sırası vardır elbet
ölmeden hüzne gömülmenin
bu sırasız ayrılığın ardından
bir şişenin sarhoşluğuna karışıp
yıldızlarda adını bulmalıyım önce
ağlamalıyım baş harfini görünce
masaya konulduğu gibi 
kalmalı tabaktaki yemek
yaşamalıyım az su az ekmek
boşlukta çizdiğim hayaline dalıp
susmalıyım uzun uzun
acı gülümsemeliyim gerçek diye aldanıp
kül tablasına yaptığım külden kalede
içinde sen olan masallar yaratmalıyım
bir nefesle çıkmalıyım atımla yokuşu
sen kalenin tepesindeki prenses
ben küllerinden doğmak isteyen anka kuşu
belki üşümeliyim yalnızlıktan tir tir
dudağımda bir dua olmalı tek nefes:
" Tanrım ölene dek bu ayrılığı geciktir "
belki de karanlığı sevmeliyim
bir çiçek gibi güneşe küskün
aydınlığa sırtımı dönmeliyim 
unutmalıyım
unutmalıyım ama
önce gözlerimi soğutmalıyım

12 Eylül 2012 Çarşamba

Hani Olur da




Sarıya çalmadan önce son kez gülümseyen
yeşil bir yaprak gibi bırak kendini rüzgara
düşeceğini bile bile keyif al hayattan
soğuk yalnızlığını hisset boşluğun
küçük bir dua olsun dudağında
düşerken bile çok geç değildir bazen
umuda bir şans daha ver yeniden
hani olur da rüzgar ters eser
ortasında bulursun kendini mutluluğun















23 Ağustos 2012 Perşembe

Sırası Değil


Yalan yok
ne varsa zamanla olur
zamanla büyür insan
zamanla görülür
zamanla çözülür
zamanla ölür
bazen de zamansız
ne zamanla olur ne zamansız
ve ne zaman'la başlar
cevap arayan çaresiz sorular
ne zaman sorsan
sırası değildir
zamanla da gelmez sıran
sırası asla gelmeyecek
uzunca bir kuyruğu beklersin
zamanla büyür başı buyruk acın
avutmak isterdim seni
hafiflesin diye kuyruk acın
yalan çok
ama şimdi sırası değil



4 Ağustos 2012 Cumartesi

Beklersen


Ne değişir ki tek bir gecede
parıltılı bir yıldız kayar belki
karanlık eklenir karanlığa
sanki eksikmiş gibi
bir aşık daha boğulur tek hecede
yenik düşer sessiz bir yalnızlığa
hüzün eklenir hüzne
sanki ilkmiş gibi
...
Ne anlatılabilir ki tek bir hecede
burnu havada cümleler kifayetsizken
boynu bükük susan hep bizken
ikimizken
bir hece kadar daha 
dilin dönecek olsa
ne derdin dersen
Sen derdim en son
Sen
beklersen
....
Ne değişir ki bir gecede
hayaller hep anlık
gece hep karanlık
uyuduğunda teksen
uyandığında da tek olacaksın
bekle
ne kadar beklersen
... 







8 Temmuz 2012 Pazar

Bardak Boş



Boş bir bardak duruyor
bir ayağı aksak
yorgun bir masanın üstünde
umut, çaresizlikten üstün de
saatler neden hüsrana vuruyor?
soru işaretleri büyüyor
paslı bir iğne gibi
kalbe yürüyor
susuzluk ortalığı kavuruyor
neşeden de ses yok hüzünden de
...
nereden bakarsan bak
nasıl bakarsan bak 
kiminle bakarsan bak 
boş işte o bardak
bir hayat düşünün
susamak bile yasak








30 Haziran 2012 Cumartesi

Beş


Başımı döndürdüğün o gün
İşaretiydi aşka açılan yolculuğun
Ortasında şaşkın bir heyecanın
Yüzüğünü düşürmüş acemi bir aşıktım
Serçe kadar kırılgan ve tutkunu gökyüzünün
..
Nasıl da geçti beş yıl
Bir elin parmakları yetmeyecek
aşkın "sen ve ben" halini anlatmaya
ellerim ellerini terk etmeyecek
alışsa dahi
çiçekler susuz yatmaya
eller hep masum mudur sahi ?
sallanırken mesela 
bir devri kapatmaya
ilahi!
Nasıl sallansın ellerimiz
sıkılgan bir vedayla!
tutuşuyoruz sıkıca sevdayla
avuçlarımda kırışacak pamuk ellerin
vedasız, kavgasız ve ayrılıksız
Vallahi!



Dile "kolay" hakikaten... dilime hiç zor gelmez senli yılları saymak..




23 Haziran 2012 Cumartesi

Atlı Karınca



Bir karıncayı bile
incitmedim diyorsun
koca bir yalan!
sen değil miydin ? 
içindeki çocuğu öldüren
o ellerle
....
Kayboldu o çocuk sesi
hiçbir şey almadı giderken
bir atlı karınca yetti
binip uzaklara gitti
....
Şimdi soğukluğunu koruyan 
o ellerin
yaşlandığında titremesi
belki de bu yüzden


17 Haziran 2012 Pazar

Babam'a



Ben çok sevdim babamı 
hiç gitmeyecekmiş gibi 
o istedi inanmamı 
öyle bakardı çünkü
hiç bitmeyecekmiş gibi
ölüm yokmuş gibi
silerdi gözlerimden hüznü
.....
Babam iyi bir adamdı
ne eksik ne yarım
Tamdı
Tamamlardı 
gitti
inanmadım
geride tamamlanmayacak
eksik bir hikaye bıraktı
ve gözlerimde hüzün birikti
asla silinmeyecek
....
görüyor musun baba ? 
büyüdüm sana şiirler yazacak kadar
ve gittin diye kızacak kadar
...




15 Haziran 2012 Cuma

Gecenin Kısır Vakti



Sabah biraz gecikti
gecenin kısır vakti
çok geç her şey için
sormak için "Niçin?"
sokakta sadece 
parlayan yıldızlar 
ve zırlayan yalnızlar
var bu gece
...
bir yıldız göz kırptı
belki de en yalnızı
gözüne çarptı
sordu 
var mı bir dileğin?
dedim 
al canını feleğin
durdu
kıpırdamadan öylece
hayallerimi doyurdu


12 Haziran 2012 Salı

Kaderiyle Oynayan Adam


     

    Kaderin kendisi ile oynadığı oyunlardan sıkılmıştı. Kendisi de küçük yaşlardan beri sahne tozunu ciğerlerinde taşıyan birisiydi. Ailesinin mevki sahibi olacağı işlere yönelmesini diretmelerine rağmen, aşık olduğu yoldan sapmamıştı. "Tiyatrocu olup aç mı kalacaksın oğlum!" diyen annesine, " Ruhumu doyuracağım anne" diyebilmişti. Alkışlanmaksa yaptıkları için, en iyi yolu seçmişti aslında. Kendisi olduğu için almıyordu alkışı belki ama oynadığı karaktere ruh verendi. Alkışlar, o karakterin ruhundan içine akıyordu. Her gün takım elbise giyen bir müdür ya da önlük içindeki bir doktor olmaktansa kılıktan kılığa girip ayrı ayrı tatları tadabiliyordu karakter havuzundan. Kimi zaman saçı sakalına karışmış bir şarapçı kimi zaman kılıcını savuran bir kahramandı. O, oyunculuğun sınırlarında herşeydi ama kaderin karşısında hiç bir şey olmayışı düşüncesi altında eziliyordu.

    Kaderle karşılıklı bir oyun içinde olduklarının farkındaydı. Malesef ki bu sefer hiç bilmediği bir hikayede, neyle karşılacağından habersiz bir oyuncuydu. O'na sadece baş rol verilmişti. Gerisi kaderin yazdıkları. Dekor, ışıklar ve diğer oyuncular ise Tanrı'nın verdikleri. Bu bilinmezlik, yıllarını oyunculuğa vermiş biri için bile fazlaydı.

    Birikmiş kiralar, faturalar ve başarısız bir aşk denemesinin ardından ışıklar ve alkışlar sönmüştü onun için. Kız arkadaşının fırlattığı o yüzük sanki hala dönüyordu salondaki eşyaların bir o yana bir bu yana çekilmesinden dolayı aşınmış parkenin üstünde. O sesi hala duyabiliyordu. Dünya döndükçe o yüzük orada dönecekti sanki.  Ve Dünya döndükçe hiçbir şey eskiye dönmeyecekti.

    Işıklara alışkın olduğundan odası oldukça aydınlıktı. Gözü çalışma masasının olduğu duvardaki latince deyişe takıldı. Takıldı ve kaldı bakışları. Hani biri kapıyı vurup gittiğinde kapıya takılıp kalır ya bakışları insanın, kalkıp koşamaz peşinden, o ses sanki sıkıca bastırır durduğu yere. Oyle çaresiz bakıyordu. "Faber est suae quisque fortunae" yazıyordu duvardaki yazıda. " Herkes kaderini kendi yazar ". Üstüne çöken o donukluk çekilirken yavaş yavaş gözlerinden, ellerine baktı şöyle bir. Çaresizlikten titreyen elleri de bir şeyler yap der gibi ona bakıyordu. Bu ellerle düzgün, sonuca giden bir çizgi çekmesinin imkanı yoktu. Işıkları söndürdü. Derin bir düşünceye daldı karanlığın ve sessizliğin ilham veren huzurunda.

   " Kader, büyük bir oyuncuydu ama benim sahnem oynanmadı henüz. Bu oyunun sonucu benim ellerimde, benim kalemimde. Öyle bir çizgi çizeceğim ki, çıkışını yalnız benim bildiğim bir labirentte kaybolacak kader. Küçük oyunları yetmeyecek kurtulmasına. Ellerimde eriyecek. Kimbilir belki de en büyük dostum olcak. Bu hayat benimse, en büyük oyuncu ben olacağım. Kader, benim ışığım olacak. Aydınlatacak mutlu yüzümü sahnenin üstünde. Ben alkışların önünde eğileceğim kaderin değil. "

    İrkilerek çıktı daldığı o hipnozdan. Işıkları yaktı. Sanki kulağına fısıldanmıştı yıllardır aradığı o cümleler. Sanki doğduğunda kulağına okunan ismi gibi, yeni bir isim yeni bir kimlik daha kazanmıştı. Daha sağlam basıyordu yere. Ellerine baktı. Cesur elleri vardı artık. Kulağında yankılanan o ses kaybolmuştu. Parkeye doğru baktı. Yüzük bırakmıştı dönmeyi. Dünya, hala eskiye dönmüyordu. Artık O da eskiye bakmıyordu zaten. Eline almıştı kalemi bir kere cesurca.


" Kimisi kaderini oynar..Kimisi ise kaderiyle oynar " 


11 Haziran 2012 Pazartesi

Düşün'ce



Düşünce
pişmanlığın tahtına
mutluluk salıncağından tepetaklak
lanet okursun bahtına
tutacak ellerinden kıskıvrak
bin bir kederli düşünce
ne mümkün ki kurtulmak
bir bedbahta dönüşünce
...
Düştün diye boşluğa
kızma hep ağaca
tek suçlu oymuş gibi
küsme ormana
dön bir bak 
orada ayna
belki de ağırdın salıncağa



6 Haziran 2012 Çarşamba

Bir Kadın Yaşar Bu Şehirde


Bir kadın yaşar bu şehirde
sanki
saçları bahar 
her teli bir çiçek
gözleri seher
bakınca güneş doğacak
sözleri sihir
olmaz denen olacak
...
bir adam yaşar bu şehirde
sihirli baharların seherine aşık

1 Haziran 2012 Cuma

Uçurumun Kenarındaki Çiçek



Kimi çiçekler şanslıdır 
mutlu bir evin 
vernikli penceresinin
kenarında saklıdır
ne suyu azdır
ne toprağı
kimi ise çaresizdir
uçurumun kenarında sessiz
boşluktadır yaprağı
gözü bulutlardadır
görünüyor olsa da
yaşamaya hevessiz
umuttur tek tutunağı

su göktenken 
ve toprak yerden
dünya hepimizinken
bu adaletsizlik neden ? 
ben gidiyorum anne
içim almıyor acı gerçeği
uçurumun kenarındaki o çiçeği 
sulamalıyım ölmeden

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Siyah Beyaz Bir Gökkuşağı



Bir terslik var bu sabah
bir eksiklik
renklerin sesi kesik
dökülmüşler sokaklara sere serpe 
can çekişiyorlar
günah
üstüne basıyorlar kara ayakkabılarıyla
siyah beyaz bir gökkuşağı vuruyor
umutlu uyanışlarımın şahidi pencereme
renkler çekiliyor gözlerimin önünde
yapraklar kuruyor 
simsiyah düşüyor yere
kararıyor insanların yüzü
gölgesiyle aynı renge dönüyor
kimisi can çekişen renkleri 
hayata döndürmeyi deniyor
ama nafile
gözyaşıyla akan bir makyaj gibi
dağılıp eriyor
o sevdiğimiz bütün renkler
...
hızla atıp kendimi sokağa
kaldırmak istiyorum ayağa
ölmesin diye gökyüzünün mavisini
son gücüyle duyuruyor bana sesini 
-renklere yer yok artık
 siyah ve beyaz yetiyor
 dünyayı resmetmeye 
 dört bir yanı sarmadan karanlık
 sahip çıkın beyaza
 yoksa o da gidiyor









25 Mayıs 2012 Cuma

Ben ve Gece Susuyorduk


Ben konuşuyordum yalnız
gece susuyordu
bir parça ay 
kaçıncı kez boş kaldığını unutmuş
nemli bir bardak
küle dönmüş yarım bir sigara
ve yalnızlıktan fazlası 
yoktu masada
hayalin beliriyordu apansız
ay ışığından da parlak
masanın ucunda duruyordu
bir kelebek konuyordu
yüzünün kıyısına
ömrü uzuyordu

gece konuşuyordu yalnız
ben susuyordum
düşüp kırılıyordu o nemli bardak
uzaklaşıyordu hayalin
o son gidişinin tiyatrosunu izliyordum
çaresizlikten fazlası 
yoktu masada
kaçıyordu kelebek
gittikçe soluyordu renkleri 
bir parça ay 
avuç dolusu kül
ve cam kırıklarından başka
hiçbir şey kalmıyordu geride
ben ve gece susuyorduk
artık
içimizden küfrediyorduk aşka





22 Mayıs 2012 Salı

Kırmızı Yüzlü Aşklar



Önce ellerimi aldılar benden
gözlerimi sonra
dokunmadan ve görmeden 
yaşanan bir aşkı izlediler
kırmızı yüzlü aşklar gibi sandılar
çok geçmeden
beyazın saflığına inandılar
kalbime uzanmak istediler
ama zordu bir günahkarın 
erişmesi kadar cennete
elleri kırıldı
bir utançtı sevdayı
sefil anlamlara yüklemek
yer yarıldı
içine girdiler

30 Nisan 2012 Pazartesi

Aşka "Sen" Diyebilmek





Sana teşekkür etmek istiyorum. Uzadıkça uzayan cümleler kurup, susuzluktan kurayana kadar dilim damağım yere göre sığdıramamak istiyorum seni.

Gözlerinle bana ışık olduğun için
Ruhumu titreten o ipek sesinle gönlüme huzur kattığın için
Pamuk ellerinle beni sarıp sert rüzgarlara bırakmadığın için
Omzunda başımı koyacak o yeri her zaman içtenlikle sakladığın için
Güzelliğinle bana yeryüzünde cenneti yaşattığın için
İnsanların ağız dolusu laflara sığdıramadığı aşkı, bana tek kelimede yaşatma fırsatı verdiğin için..Aşka "sen" diyebildiğim için..

Sana ne kadar teşekkür etsem az, sensiz geçen bir an bile fazla gelecek yaşadığım müddetçe..

İyi ki doğdun kollarında ölmeyi istediğim tek insan..

18 Nisan 2012 Çarşamba

Bıçağın Soğuk Yüzü



Bir başkası dokunacaksa sana
bıçak olmalı tenin
yalnız ben dokunduğumda
sıcak olmalı tenin
teninin kokusunda saklı
sırrı ebediyetin
...
Madem ki göremeyeceğim
o cennet misali yüzü
soğumalı yüreğim
sarıp sarmalarken
bıçağın soğuk yüzü



25 Şubat 2012 Cumartesi

Soğuk Loş Etkisi


Nasıl yaşayacaktım
O olmasa
Nasıl başaracaktım
Uzayan gecelerin sarhoşluğunu yenmeyi
Olmasa
Kuytu köşelerdeki yalnızlığın soğuk loş etkisi
O olmasa
kuru bir ekmeğin 
boğazı acıtan o yoksulluğu 
kalırdı ellerimde
olsa olsa



11 Şubat 2012 Cumartesi

Tövbe Haşa



Aciz bir kulum
tanrı ne derse kabulüm
tek günahım var
melekler sorar
Neden ?
cevap verir mi ki kelimeler

bir aşk yarattım
tövbe haşa
adı sen
çok yaşa
ve benle





28 Ocak 2012 Cumartesi

Zifiri Pranga


Gece 3
yalan söylüyor saat
uzuyor yelkovan
bir köprü oluyor
sana uzanan 
adım atsam yıkılacak
halt etmiş sırat
günahlarım karanlıktan ağır
çöküyor omuzlarıma
güneş terk-i diyar
ay bu gece sağır
ayaklarımda zifiri bir pranga

Gece 3
bildiğim en büyük yalanı söylüyorum
"seni sevmiyorum"
uzuyor gece