31 Ekim 2011 Pazartesi

İçi Boş Aceleler




Ne kadar hızlı yürüyoruz bugünlerde
içi boş acelelerde daire çiziyoruz
hep başladığımız yerde
boşa tüketilen nefeslere üzülüyoruz
o kadar dar ki çizdiğimiz daire
içine kendimiz sığıyoruz yalnız
tek kişilik dairelerde yalnız
ve sessizliğin vahametinden korkmadan 
cesurca yaşıyoruz

.............

mesafeyi bebeğinde taşıyan gözlerimiz
seçe seçe bakıyor suratlara
dünyaya gözlerini yeni açmış
bir bebek kadar boş ve habersiz
tokalaşacak vaktimiz dahi yok
ellerimiz değmeden ellere
el değmemiş yabancılıklara koşuyoruz
umursamazlık akıyor paçalarımızdan
kimin umrunda
kim kimin umrunda ?
ne olmuş ki
her köşebaşında sokak lambası varsa
biz ışıkta da kayboluyoruz
adımlarımızın hızıyla yarışırcasına

29 Ekim 2011 Cumartesi

Cumhuriyet Bayramı



Güneşten bir tutam sarı saçlarıyla
gökyüzünden bir tutam mavi gözleriyle
bulutların arasından gülümsüyor Ata'n
ölümsüz koruyucusuyla ayakta bu vatan
İstiklal marşının eşsiz sözleriyle
arşı sarıyor Türklük
kaldır kafanı bir bak
bugün bayrak bir başka kırmızı
görmüyor mu gözlerin ay ile yıldızı ?
bugün bir başka parlak 
Tir tir titriyor kara bulutlar
küçük bir çocuk gibi korkudan
Cumhuriyetin aydınlığı karanlığı boğacak
Ey şanlı bayrak
Sen özgürce dalgalan




28 Ekim 2011 Cuma

Yaşanmayacak Çıplak



Kelimeler kıyafet gibidir
yaramaz, bir çocuğun üstüne yakışır
bir adamın üstüne değil
bazı kelimelerse özeldir
her beden layıkıyla taşır
aşk misal
işlemeli ahşap bir sandıkta
lavanta kokuları arasında
özel bir gün için bekleyen
bekledikçe güzelleşen
beyazı süt, yeşili orman
mavisi gök kokan
o en güzel kıyafet
evcilik oynamak için
heyecanlanan bir çocuğun
elinde çiçeklerle mis kokan
yağmur altındaki bir adamın
her gün cam kenarından
o bakışma saatini kaçırmayan kadının
kıyafetidir aşk
bak
nasıl da parlıyor güneşe inat
taşıdıkları erişilmez zarafet
ve yaşanmayacak çıplak
kopmadıkça kıyamet


26 Ekim 2011 Çarşamba

12'den Önce Külkedisi




Süslüce bir laftır
sevmek ebediyen
saat 12yi vurmadan önceki
hali gibi külkedisinin
bir o kadar da kalıba mahkum
teki kayıp camdan ayakkabı misali
.....
camdan bir tabutta
uzaktan izlenir oldu aşk masalı
tek bir laf firarda
o masalsı hikayelerden
belki en başı dik
en gözü yerde
usluca bir laftır
sevmek edebiylen

24 Ekim 2011 Pazartesi

O Mutlu Islık



Ben azıcıktım
bir insan ne kadar kalabalık olabilir ki tek başına ?
ama hayat çok oluyordu
ışığının son deminde yorgun bir mumu
çatlaktan esen rüzgar gibi yoruyordu
değiştirdim rüzgarın yönünü
değiştirdim dünü bugünü
değiştirdim olan biteni
son kez akarken gözümden gökyüzü
serip soğuk raylara yorgun bedeni
beklemedim görüp göreceğim son treni
trenin geceyi yırtan acı düdüğü
yenemedi dudağımdaki umutlu ıslığı
direnmek  için acı seslere
cebimde taşıyorum hala o mutlu ıslığı
.......
ben de çok oldum
çok olurken hayat
ve şaşırıp kaldım
bir insan ne kadar tek başındaymış kalabalıkta hayret

21 Ekim 2011 Cuma

Sarı Mavi Beyaz



Vuruyor gökyüzü gözlerinin kıyısına
bulutlardan kale yapıyorum
kovup rüzgarları
ki kalmayalım gökyüzünde göçebe
yıldırımdan çitler koyuyorum etrafına
bir tek kuşlara yer var
şarkılar kulağımızdan eksik olmasın istiyorum
o kadar büyük ki bahçemiz
güneş, sarı bir lale kalıyor ortasında
bahçemizde hiç güneş batmıyor
omzunda uzanan bir tel saçı alıp
bağlıyorum güneşi buluttan çatımıza
.........
bir hayal kuruyorum sarı mavi beyaz
bir hayat kuruyorum her mevsimi yaz
gözlerinin kıyısına

19 Ekim 2011 Çarşamba

Güneş "Doğu"dan Doğmuyor




Doğudan yükseliyor feryad-ı figan
Bayrağa sığmıyor artık akan kan
Açmadan solarken binlerce genç fidan
Güneş "doğu"dan doğmuyor inan

Ah Anadolu!
geçmiyorsa üstünden barışın yolu
illa ki olacaksan kan gölü
Mehmet'in kanıyla değil
kansızın kanıyla olacak dolu

16 Ekim 2011 Pazar

Susam Kokan Bir Hikaye




Taze gevrek simit!

Bugün de diğerlerinden farksız, bağcıklarını bağlamaya üşendiği ayakkabısını sürte sürte yürüyor ve opera sanatçılarını aratmayacak o gür sesiyle tokatlıyordu evlerin miskin duvarlarını. Susam kokusu salına salına yürüyordu önden rüzgarla el ele genzi yakan o büyüsüyle. Her ne kadar alışılmışın dışında olsa da insanlara günaydın deme şekliydi bu.  Kimseden karşılık beklemiyordu ki zaten kimse onun bu söylemine günaydın diyerek cevap vermiyordu. Karşılığını alamamış nice diğer söz gibi etrafta umutsuz attığı iki üç turdan sonra gökyüzünün maviliğine karışıp gidiyordu.

Önündeki simit arabasını ittirirken, simitleri başının üstünde taşıdığı o eski günlerden kurtulduğu için bir kez daha şükrediyordu. Babasını zar zor ikna etmiş, el arabasından bozma da olsa bir simit arabasına kavuşmuştu. Başının üstünde ya da önünde taşıması hayatında köklüce bir değişikliğe sebep olmasa da artık küçük şeylerle mutlu olma oyunu oynamak hayatının bir parçasıydı. Çünkü uzunca bir zamandır eline mutlu olabileceği büyük bir şey geçmemişti.

Gözünü, sesiyle titrettiği camlara gezdiriyor ve perdelere yansıyan gölgelerin camı açıp simit istemeleri için dua ediyordu. Akşam eve eli boş döndüğünde karşılaşacağı manzara gözünün önüne geldi. Bu simitleri satmalıydı ki akşam babasının içki kokan ağzından çıkacak zehirli laflardan nasibini almasın. Camların esaretinden kurtulup rüzgarla dans eden perdelerin büyüsüne kapıldığında bu leş kokan düşünceden sıyrıldı. O sırada bir ses duydu :

- Şşş simitçi!

Evet o herkes için isimsiz birisiydi. Bir simitçi.

Düşündüğünde, ona camlardan ve balkonlardan uzatılan sepetler belki de daha çoktu tokalaşmak için uzatılan ellerden. Sepetler daha yakındı ona belki de insanlardan. Adres sormak için yaklaşan insanlar ve genç yaşında olduğu için merhametle yaklaşıp bir iki dakika hal hatır soran yaşlı teyzeler dışında kimsecikler uzanmazdı ona. O da kimseyle konuşmak için yanıp tutuşmuyordu artık. Hayallerinden oldukça uzak olan bu genç, kuracağı diğer yakınlıkları umursamıyordu.

Babası alkolün pençesinde, hayatında bir işin ucundan dahi tutmamış sorumsuz bir adamdı. Annesi ise, 3 küçük kardeşine, ona ve bu işe yaramaz kocaya bakmak zorundaydı. Gecesini gündüzüne katarak evlere temizliğe gidiyor ve babasının üstüne düşen görevi de ses çıkarmadan yerine getiriyordu.  Gerçi başka bir çıkar yolu hiç olmamıştı. Babası annesinin üstüne yürürken, alkol almış sinirli bir insanın ne kadar acımasız olabileceğine çok defa gözü yaşlar içinde şahit olmuştu.

Babası, onu okula göndermek istemiyor ve artık elinin ekmek tutacak yaşa geldiği konusunda diretiyordu. Annesi, oğlunun okuyup daha iyi bir hayata sahip olmasını istiyordu. Eğer okuldan alırsa çalışmayacağını söyleyerek kocasına hayatındaki ilk ve son meydan okumayı yapmıştı. Köşeye sıkışmış bir farenin gözü dönmüş aç bir kediye kafa tutmasına benziyordu.  Sonuçları ağır ve ağrılı olsa da iki gün geçen parasızlıktan sonra alkolden uzak kalan adam ses çıkarmamaya karar vermişti. Annesi sayesinde orta okulu bitirebilmişti.

Onun belki de hayattaki tek savunucusu ve koruyucu meleği olan annesi, temizliğini geç saatte tamamladığı evin kapısından çıktıktan dakikalar sonra ara sokakta olmasına rağmen aşırı sürat yapan bir aracın çarpmasıyla hayatını kaybetti. Yorgun bedeni, yıllardır nasırlı ayakları ile üzerinde yürüdüğü o sokakların birinde öylece yatıyordu. Acı bir tesadüf mü yoksa kaderin güldürmeyen oyunlarından birisi midir bilinmez, hayatını sonlandıran bu kazaya sebep olan alkollü bir sürücüden başkası değildi.

Annesi vefat ettiğinde, etrafındaki tüm çiçekler solmuş yalnız bir karanfil idi çorak arazinin ortasında. Ne tutunabileceği verimli bir toprak, ne yaslanabileceği bir yoldaş ne de yağmur taşıyan bulutlar vardı etrafında. İçinde inanç zerrecikleri dahi yoktu.

Babasının zorlamasıyla liseyi bırakmak zorunda kaldı. Üstünde kor gibi yanan sigaraya hangi kül tablası karşı koyabilmişti ki şimdiye kadar ? Oysa hayallerinde hep bir tiyatro oyuncusu olmak vardı. Birbirinden farklı rollerin içinde hayatı yeniden keşfetmek, bedeniyle o karakterlere can vermek istiyordu. Replikleri savurmak istiyordu sahnenin her yanına. Shakespeare'den Hamlet'i oynamak istiyordu. "Olmak ya da Olmamak" diye haykırmak istiyordu. "Bütün mesele bu" demek istiyordu. Edmond Rostand'tan Cyrano de Bergerac'ı oynamak istiyordu. "Her şey olayım derken hiçbir şey olamadı" diye isyan etmek istiyordu.

Olmadı. İçindeki bu ateşi söndürmek için her gün tiyatronun önündeki ağacın altını mesken tuttu kendine. Üstünde tiyatro yazan bir binanın içindeki sahneye adım atamadı hiç. Adım atanları izledi ve onların yüzlerindeki sevinçle bastırdı içinde kanayan yarasını. Simit satmak için evlerin camlarına baktığı gibi umutla baktı camın arkasından tiyatronun içine çekilinceye kadar perdeler. Belki görseler, acırdılar haline ciğerci dükkanının önündeki kediler.

Simit arabasını itiyordu ağır ağır. Dekorunun bir parçasıydı ne de olsa. Dünya da bir sahne değil miydi zaten ? Hayat da oyunun adı ? O da rolünün hakkını veriyordu. Repliklerini de kendi yazıyordu. Bir oyuncu olmaktı hayali sadece. Oysa şimdi bir yazar da olmuştu. Replikleri, lisenin ilk yıllarında duyduğu ünlü replikler kadar can alıcıydı. Gür sesiyle daha da bir etkileyici oluyordu sözler. O replik ki; olmayanı oldurmuş bir simitçiyi resmeden ve camları titreten :

Taze gevrek simit!

Simit arabasını itiyordu ağır ağır ve annesi onu ayakta alkışlıyordu sahnenin yukarısından.

15 Ekim 2011 Cumartesi

Her Simada Bir İma



Kim kimin nesi ? 
bu kimin sesi ? 
ulaşmak zor gerçeğe
gözlerime dokunan her sima
taşıyorken bir ima
içimde bastıramadığım bir hayat endişesi
durup baktığımda geleceğe
gördüğüm hazin bir yalnızlık portresi
solgun renklerin ortasında
canlı kalma telaşesi 




13 Ekim 2011 Perşembe

Sonbahardaki Yeşil



Canım kardeşime ithafen..İyi ki doğdun..



Kızamazsın da artık
bana şiir yazmadın abi diye
ama inan en kolay yazdığım şiir olacak
çünkü kendime yazıyormuşum gibi gelecek
kelimeler kendini salacak
çocukken üstümüzü örten yorgan gibi
aynı kanepenin üstünde
......
iyice yaklaştır burnunu
taşıyor kelimeler
sobamızın üstünde pişen
o unutamadığımız kestane kokusunu
bilirsin kardeşim
hayat gölgeli bir sahne
ışıklar geçici ve sahte
ve biz
kimi zaman mutluyu oynadık
kimi zaman neşeden yoksunu
sorarsan ki özde neyiz ?
iki dik omuz birbirine sadık
.......
Sen olmasan
sevemezdim sonbaharı
içinde  son olan ne varsa
bana uzak olmalı
sen doğmasan
çekemezdim bu mevsimi
adındaki baharsa
yapraklar yeşil kalmalı
.......
ah be kardeşim
çok sevemedin bu kurdeleli lafları
ama şimdi sadeliğin sırası değil
çünkü sen bu kalbin yarısı değil
tamamısın
kaç oldu ki yaşın ?
ne fark eder
hep benden küçük kalacaksın
hep aynı göz bebeklerimdeki resmin
büyüse de ellerin
şunu bil ki
en eşsiz duygulardan ilki
kardeşlik
....
unutma kardeşim
uyumayı kanepelerde
yanyana öğrenen iki çocuk
iyi bilir çekip de yatmayı
ve çıkarır lügatından
çekip de gitmeyi
işte bu yüzden biz
daha nice sonbaharlarda beraberiz

12 Ekim 2011 Çarşamba

Bir Anlam Olmak


Bir anlam olmak istedim
bu anlamsız dünyada
gerçeği arıyorum dedim
yanlış olmayanı ya da
gerçeği bilmeden inanmak zor
inanmadan güvenmek yorar
güvenmeden yaşamak ağır
bilmez misiniz ?
gerçekten çok uzak sesiniz
çoğu zaman yanlış
ve yalanlarla sarılı bedeniniz
yalnızlığın ortasında keşmekeş

işte ben
vardığımda farkına
vazgeçtim anlam olmaktan
ve elimde çomakla koşmaktan
feleğin çarkına

11 Ekim 2011 Salı

Su ve Sen



Nasıl ki
yaşanmaz susuz
belki bir kaç gün
dayanır beden
Kuşkusuz
yaşanmaz sensiz
bir kaç saat bile
dayanılmaz çileyle

......................

su ve sen
iki vazgeçilmeyen
farklı biçimde
su gibi akıp gitme asla
damlaya damlaya
aşk ol içimde

.......................

ben sana susarım
yoksan çığlık çığlığa
varsan susarım
ve bir senle yaşarım
hayatı kılıktan kılığa


10 Ekim 2011 Pazartesi

Yağ Yağmur




Yağmurlu günlerden birinde
ayakkabılarım su içinde
içiyordum ilk sigarımı
düşen damlalar kadar hızlı
kirletiyordum temiz yanımı

yine yağmurlu bir gündü
burnumda toprak kokusu hala 
sanki dündü
ilk defa avuçlarımdaydı 
sevdiğim bir el 
yüzü sanki dolunaydı 
ay kıskandı ve söndü 

Acı bir gündü 
yanaklarım ıslanıyordu
içim yanıyordu
ve yine yağmurlu bir günde
gömdüler baba dediğimi
o gün yağmur soğutmadı yüreğimi

şimdi düşünüyorum da
yaşananlar mı unutulmaz
yoksa 
yağmur mu anlam katan
ve anıları taze tutan

yağ yağmur 
sen yağ ki 
hatırlasın bu ömür 
dünmüş gibi sanki 


4 Ekim 2011 Salı

Bu Kadar Mı Özgürüz ?




Bana bak isterim
ama laf olsun diye değil
göz bebeklerimde ateş ol
içimi yak isterim
ya yak 
ya bakma
çünkü dokunur bakışların
benliğime acıyla
eğer bakıyorsan
göz ucuyla

bu kadar mı özgürüz ? 
kimse yargılanmaz
yaşayan bir aşkı
öldürmek suçuyla




3 Ekim 2011 Pazartesi

Umut..Unut..İnat




Önce umut diyorlar
sonra unut
gidiyorlar
geride kalansa belli
bir avuç teselli
bir tomar sükut

İnat diyorum
için için
inadına tüm bu tezatın
sessizlikte büyürüm
sensizlikte yürürüm
sen ki içimde hiç ölmedin
sonsuzluğu görürüm

2 Ekim 2011 Pazar

Sessiz Seremoni





Gittin mi ?
hiçlikte uyandım
boştu yatağın sol yanı
zaten hiç sevmezdin
sağımda yatmayı
ve soğuktu musalla taşı kadar
ölüm beklenenden de ağır
baktın mı ?
dokunmaya kıyamadığım
omzunun üstünden
son defa
yaşanmamışlığın öldüreceği
bu yaşayan ölüye
Nasıl bilirdin ?
gerçi sen beni hiç bilmedin
bilsen gider miydin
yine de
o anı yaşayan herkes gibi
iyi bilirdim de
üstümdeki hakkın aşktı
giderken son defa örtüp
açılan yorganımı
helal ettin mi
aşkını ?
ah bu sessiz seremoni
sen çekip giden kadın
ben ölüm şaşkını