29 Eylül 2011 Perşembe

Bir "Olamamışlık" Hikayesi




Soğuk rüzgarların elinde sopayla sıcak rüzgarları şehir sınırlarının dışına doğru kovaladığı gecelerden biriydi. Hiç anlaşamazlardı zaten. Bu sokaklar ikisine birden dar geliyordu kardeşçe esmek için. Sokakta kalan son üç beş kişi de kalkmasına dakikalar kalmış bir trene yetişmeye çalışır gibi hızlı adımlarla sıcak yatağı ve yorganın vücutlarına ilk dokunuşta verdiği o rahatlığı düşünerek evlerine yürüyorlardı. Evlerin ışıkları birbiri ardına istenmeden oluşmuş doğal bir ahenkle sönüyordu. Sokak sakinleri sözleşseler dahi bu ritmi yakalayamazlardı. Sokak, karanlığın ve soğuğun kollarına bırakmıştı kendini ta ki günün ilk ışıkları onları ayırıncaya kadar.

Sokağın hemen girişindeki cumbalı evin karşısında geniş bahçesi ile yarı yıkılmış bir duvar vardı. Oldukça eski bu köşk, mirasçıları arasındaki anlaşmazlıklardan dolayı yıllardır harap halde yalnızlığa terk edilmişti. Ev o kadar zamandır boştu ki mahalle çocukları arasında ev hakkında farklı farklı efsaneler türetilmişti. Bu yüzden hiç kimse bu evin yakınına yaklaşmak istemezdi. Bir kişi hariç. O bu gece olduğu gibi her gece buraya gelir, gün içinde toplayıp sattığı kartonlardan kendine ayırdığını duvar dibine serer ve sanki tüm kiri gitmiş gibi üstünü başını iyice silkeleyerek kartonun üstüne yayılırdı. Saçı sakalı birbirine karışmış, üstünde belki de civar sokaktaki bütün sokakların pisliğini taşıyan, donuk bakışlı bir adamdı. Yaklaşık 55 yaşlarınaydı. Hikayesini kimse bilmez, daha doğrusu kimse sormazdı. O da sorsalar bile anlatmayacaktı zaten. O yüzden de hiç üzülmezdi kimsenin bakışlarına iki üç saniyeden fazla takılmamış olmasına. Şarabı her gün ona uzun uzun bakar her gün onu hiç lafını bölmeden dinlerdi zaten. Her zaman anlatmak yetmiyordu bazen de dinlemek istiyordu elbette. O boşluğu da yanından hiç ayırmadığı küçük bir radyoyla dolduruyordu.

Evlerinin sönen ışıklarının ahenkle dansına şahit oldu ama sarhoşluğuna verdi bu olan biteni. Yavaşça çevirdi başını ve cumbalı eve takıldı gözleri geçmiş canlanırken zihninde. Henüz 18 yaşındayken ilk kez bu evi görüşünü hatırladı. Neredeyse hiç bir değişiklik yoktu. Kapının önündeki paspas, penceredeki demirlerin rengi ve üst katın en köşesindeki pencerenin perdeleri farklıydı yalnızca. Ama onun farkında olduğu en büyük değişiklik, o değişen perdenin arkasından gizlice bakan bir çift canlı mavi göz. O göz ki deniz kokar o göz ki gökyüzünü yere indirirdi. 18 yaşında gördüğünde ilk kez o gözleri babasının işi dolayısı ile bu sokağa taşınmışlardı. Babası işlerini oldukça büyütmüş ve İstanbul'da geniş bir çevreyle iş yapacak kadar güçlenmişti. Bu yüzden küçük hayatlarını bir anda büyüterek İstanbul'a taşındılar. Annesini küçük yaşta veremden kaybetmişti. Babasının ikinci evliliğinden olan annesi ve 3 üvey kardeşi ile bir de öz kardeşiyle birlikte hiç bilmediği bu semte gelmişti. Annesinin eksikliği dolayısı ile yıllardır üstünden atamadığı o burukluğu, perdenin arkasından içine işleyen bu gözlerin bir bakışla iyileştirmesine anlam veremedi. Buna bir anlam, bir ad ararken hayatında ilk defa aşık olduğunu anlıyordu.

Pencereden pencereye bakışlarıyla bir köprü kurmuşlardı adeta. Günün büyük zamanını birbirlerine attıkları kaçamak bakışlarla geçiriyorlardı. Bu bakışmalar sonucunda gizlice buluşmalar da başlamıştı. Birbirlerine açıklanamayacak bir şekilde bağlandılar. Gözlerine bakarken sanki kendi gözlerini görüyor ellerini tutarken sanki kendine dokunuyordu. İki ayrı bedende tek vücut olmuşlardı kısacık bir sürede. Mavi gözlü rum kızının adı Lena'ydı. Biri mavi gözleriyle bir rum kızı diğeri ise kara gözleriyle bir türk çocuğuydu.

Onlar için çoktan kurulmuş bir yuva, aileleri için imkansızdan öteydi. Beraberlikleri kıskaç altına alınıyor ve görüşmeleri engelleniyordu. Babası oldukça kızmış evlatlıktan ve mirasından reddetmekle tehdit etmişti. O aşkından başka bir şey düşünmüyor babasının bu tehditine için için gülüyordu. Mavi gözlü rum kızı ise bir kaç evden kaçma girişiminde bulunmuş ve annesi babasının elinden öldürmesine ramak kala kurtarmıştı. Pencereye dikilmiş gözleri onu beklerken, o mavi gözlerin yerine her yanı şişmiş ve morarmış bir suratla karşılaştığında dünyası yıkılmıştı.

Lena'nın babası adeta kızının dudaklarında pusuya yatmış nefes alışına kadar her hareketini izliyordu. Kızını bu aşktan kurtarmanın tek yolunun onu evlendirmek olduğunu biliyordu. İş ortağı Alekos ile bu konuyu rakı masasına meze yaparak çoktan halletmiş düğün hazırlıklarına başlamalarını söylemişti. Zavallı Lena olan bitenden habersiz en ufak boşlukta pencereye gitmek için uğraşıyordu.
Düğün haberi Lena'ya ulaştığında zaman durdu onun için. Kapıları tırnaklarıyla kazıdı ağlarken. Başı ellerinin arasında boş duvara bakarak saatlerce ağladı ağladı ver ağladı. Sönmedi içi. O'nun ellerinden başka el onun teninden başka ten, O'nun bakışlarından başka bakış istemiyordu. Ağladı ellerinde kalmış tutam tutam saçlarıyla.

Haber O'na da ulaştı. Annesinin yokluğunun verdiği acıyla yan yana koşabilecek kadar büyüktü içinde hissettikleri. Çaresizliği yıllarca sırtında taşımıştı. Olanlar karşısında hep çaresiz kalmıştı. Bakışlarıyla kurdukları o köprü yıkılmıştı artık. Kapılarına dayandı o gece. Bağırdı çağırdı Lena'ya onu ne kadar sevdiğini haykırdı yüzüne yemeden önce okkalı bir yumruğu. Dinlemediler. Yalnızca dövdüler bir halıyı silkeler gibi.

Eve dönmedi hemen o gece. Bir şişe şarap alıp oturdu kayalıklarda. Ay vurdu. O içti.

Gece saatlerinde eve doğru yaklaştı. Duvarın dibinden kapıya doğru yürüdüğü sırada bir el silah sesi gecenin sessizliğini delerek uzadı yankısıyla. Cumbalı evin ışıkları yandı. O duvarın dibine yığıldı Lena! diye atılan çığlıkları duyduğunda. Yığıldı ve kaldı duvar dibinde.

Lena babasının revolveriyle göğsüne tek el ateş ederek kıymıştı kendine. Mavi gözleri söndü. Denizler sustu. Gökyüzü karardı. O, bakamadı evden çıkartılan ölü bedenine Lena'nın. O günden sonra hiç bir şeye tutunmadı hayatta. Gözleri yalnızca yere baktı yürürken. Ne denizi görmek istedi ne gökyüzünü. Hep toprağa baktı Lena'nın üstünü örten.

Bir yıl içerisinde babasını da kaybetti. Kardeşi tahsiline devam etmek için yurt dışında gitti. O bırakamadı bu toprakları. Bırakamadı Lena'yı.

Babası öldükten ve kardeşi gittikten sonra sokaklara vurdu kendini. Üvey annesi ve kardeşleriyle sahte bir hayatı yaşamak yerine toprak üstüne Lena'ya yakın olmayı seçti.

Soğuk bir rüzgar O'nu hatıralardan sıyrılıp kendine getirdi. O günden beri, her gece elinde şarap şişesiyle eskiden oturduğu köşkün önüne gelir, silah sesini duyduğunda yığıldığı duvarın dibine oturur gözleri pencerede şarabını yudumlardı. Şarap şişesini kaldırdı ve :

- "şerefe mavi gözlü rum kızı" dedi.

Bir elinde bir avuç toprak tutarken, şişeden belli belirsiz yansıyordu gözünün kenarında birikmiş bir damla yaş. Şişeyi dikti kafasına ve yudumladı. Olamamışlık geçiyordu boğazından takıla takıla. Sanki bir şey arıyordu yana yakıla. Büyük bir adam olamamışlığın verdiği acı değildi bu. O'nunla olamamışlıktı boğazında düğümlenen her yudumda.

Cebinden uzun yıllardır yanında taşıdığı belli olan sararmış ve yıpranmış bir kağıt çıkardı. Okumaya başladı sanki ilk defa okuyormuş gibi bir hüzünle:

" Sen bana ilk ve son dokunan olarak kal istiyorum. Başka bir adamın koynunda mutsuz bir kadın olmaktansa, toprak altında yalnız senin olmuş bir kadın olarak kalmayı yeğlerim. Korkmuyorum. Senin ellerinde de ruhumun bedenimden ayrıldığını hissettim. Bulutları gezdim senin bakışlarından aldığım güçle. Buna benziyor olsa gerek. Senden ayrılmıyorum. Sadece bundan sonra beni senden başka kimse göremeyecek. Ne zaman seninle ilk bakıştığımız pencereye baksan ben orada olacağım. Seni çok seviyorum."

Gözünde biriken yaş artık daha fazla duramadı. Yanaklarından süzüldü vadileri yaran bir nehir gibi. Kaldırdı başını. Yine söz verdiği gibi Lena oradaydı. Mavi gözleriyle gülümsüyordu.

Yarın da burada olacaktı. Yine eski köşkünün önünde duvar dibine oturacak, yine o silah sesini duyacak, yine olamamışlığa ağlayacak ve yine cebinden çıkartıp Lena'nın O'na yazdığı son sözleri okuyacaktı. Yine pencereye bakacak ve mavi gözlerinin ışıltısına bakarak uykuya dalacaktı. Yine gelecekti. Çünkü son kez bakıp o pencereye, bu sokaktan kalksın istiyordu cansız bedeni. Lena gibi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder