12 Haziran 2012 Salı

Kaderiyle Oynayan Adam


     

    Kaderin kendisi ile oynadığı oyunlardan sıkılmıştı. Kendisi de küçük yaşlardan beri sahne tozunu ciğerlerinde taşıyan birisiydi. Ailesinin mevki sahibi olacağı işlere yönelmesini diretmelerine rağmen, aşık olduğu yoldan sapmamıştı. "Tiyatrocu olup aç mı kalacaksın oğlum!" diyen annesine, " Ruhumu doyuracağım anne" diyebilmişti. Alkışlanmaksa yaptıkları için, en iyi yolu seçmişti aslında. Kendisi olduğu için almıyordu alkışı belki ama oynadığı karaktere ruh verendi. Alkışlar, o karakterin ruhundan içine akıyordu. Her gün takım elbise giyen bir müdür ya da önlük içindeki bir doktor olmaktansa kılıktan kılığa girip ayrı ayrı tatları tadabiliyordu karakter havuzundan. Kimi zaman saçı sakalına karışmış bir şarapçı kimi zaman kılıcını savuran bir kahramandı. O, oyunculuğun sınırlarında herşeydi ama kaderin karşısında hiç bir şey olmayışı düşüncesi altında eziliyordu.

    Kaderle karşılıklı bir oyun içinde olduklarının farkındaydı. Malesef ki bu sefer hiç bilmediği bir hikayede, neyle karşılacağından habersiz bir oyuncuydu. O'na sadece baş rol verilmişti. Gerisi kaderin yazdıkları. Dekor, ışıklar ve diğer oyuncular ise Tanrı'nın verdikleri. Bu bilinmezlik, yıllarını oyunculuğa vermiş biri için bile fazlaydı.

    Birikmiş kiralar, faturalar ve başarısız bir aşk denemesinin ardından ışıklar ve alkışlar sönmüştü onun için. Kız arkadaşının fırlattığı o yüzük sanki hala dönüyordu salondaki eşyaların bir o yana bir bu yana çekilmesinden dolayı aşınmış parkenin üstünde. O sesi hala duyabiliyordu. Dünya döndükçe o yüzük orada dönecekti sanki.  Ve Dünya döndükçe hiçbir şey eskiye dönmeyecekti.

    Işıklara alışkın olduğundan odası oldukça aydınlıktı. Gözü çalışma masasının olduğu duvardaki latince deyişe takıldı. Takıldı ve kaldı bakışları. Hani biri kapıyı vurup gittiğinde kapıya takılıp kalır ya bakışları insanın, kalkıp koşamaz peşinden, o ses sanki sıkıca bastırır durduğu yere. Oyle çaresiz bakıyordu. "Faber est suae quisque fortunae" yazıyordu duvardaki yazıda. " Herkes kaderini kendi yazar ". Üstüne çöken o donukluk çekilirken yavaş yavaş gözlerinden, ellerine baktı şöyle bir. Çaresizlikten titreyen elleri de bir şeyler yap der gibi ona bakıyordu. Bu ellerle düzgün, sonuca giden bir çizgi çekmesinin imkanı yoktu. Işıkları söndürdü. Derin bir düşünceye daldı karanlığın ve sessizliğin ilham veren huzurunda.

   " Kader, büyük bir oyuncuydu ama benim sahnem oynanmadı henüz. Bu oyunun sonucu benim ellerimde, benim kalemimde. Öyle bir çizgi çizeceğim ki, çıkışını yalnız benim bildiğim bir labirentte kaybolacak kader. Küçük oyunları yetmeyecek kurtulmasına. Ellerimde eriyecek. Kimbilir belki de en büyük dostum olcak. Bu hayat benimse, en büyük oyuncu ben olacağım. Kader, benim ışığım olacak. Aydınlatacak mutlu yüzümü sahnenin üstünde. Ben alkışların önünde eğileceğim kaderin değil. "

    İrkilerek çıktı daldığı o hipnozdan. Işıkları yaktı. Sanki kulağına fısıldanmıştı yıllardır aradığı o cümleler. Sanki doğduğunda kulağına okunan ismi gibi, yeni bir isim yeni bir kimlik daha kazanmıştı. Daha sağlam basıyordu yere. Ellerine baktı. Cesur elleri vardı artık. Kulağında yankılanan o ses kaybolmuştu. Parkeye doğru baktı. Yüzük bırakmıştı dönmeyi. Dünya, hala eskiye dönmüyordu. Artık O da eskiye bakmıyordu zaten. Eline almıştı kalemi bir kere cesurca.


" Kimisi kaderini oynar..Kimisi ise kaderiyle oynar " 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder