Kaderin kendisi
ile oynadığı oyunlardan sıkılmıştı. Kendisi de küçük yaşlardan beri sahne
tozunu ciğerlerinde taşıyan birisiydi. Ailesinin mevki sahibi olacağı işlere
yönelmesini diretmelerine rağmen, aşık olduğu yoldan sapmamıştı.
"Tiyatrocu olup aç mı kalacaksın oğlum!" diyen annesine, "
Ruhumu doyuracağım anne" diyebilmişti. Alkışlanmaksa yaptıkları için, en
iyi yolu seçmişti aslında. Kendisi olduğu için almıyordu alkışı belki ama
oynadığı karaktere ruh verendi. Alkışlar, o karakterin ruhundan içine akıyordu.
Her gün takım elbise giyen bir müdür ya da önlük içindeki bir doktor olmaktansa
kılıktan kılığa girip ayrı ayrı tatları tadabiliyordu karakter havuzundan. Kimi
zaman saçı sakalına karışmış bir şarapçı kimi zaman kılıcını savuran bir
kahramandı. O, oyunculuğun sınırlarında herşeydi ama kaderin karşısında hiç bir
şey olmayışı düşüncesi altında eziliyordu.
Kaderle
karşılıklı bir oyun içinde olduklarının farkındaydı. Malesef ki bu sefer hiç
bilmediği bir hikayede, neyle karşılacağından habersiz bir oyuncuydu. O'na
sadece baş rol verilmişti. Gerisi kaderin yazdıkları. Dekor, ışıklar ve diğer
oyuncular ise Tanrı'nın verdikleri. Bu bilinmezlik, yıllarını oyunculuğa vermiş
biri için bile fazlaydı.
Birikmiş kiralar,
faturalar ve başarısız bir aşk denemesinin ardından ışıklar ve alkışlar
sönmüştü onun için. Kız arkadaşının fırlattığı o yüzük sanki hala dönüyordu
salondaki eşyaların bir o yana bir bu yana çekilmesinden dolayı aşınmış
parkenin üstünde. O sesi hala duyabiliyordu. Dünya döndükçe o yüzük orada
dönecekti sanki. Ve Dünya döndükçe
hiçbir şey eskiye dönmeyecekti.
Işıklara alışkın
olduğundan odası oldukça aydınlıktı. Gözü çalışma masasının olduğu duvardaki
latince deyişe takıldı. Takıldı ve kaldı bakışları. Hani biri kapıyı vurup
gittiğinde kapıya takılıp kalır ya bakışları insanın, kalkıp koşamaz peşinden, o ses
sanki sıkıca bastırır durduğu yere. Oyle çaresiz bakıyordu. "Faber est
suae quisque fortunae" yazıyordu duvardaki yazıda. " Herkes kaderini
kendi yazar ". Üstüne çöken o donukluk çekilirken yavaş yavaş gözlerinden,
ellerine baktı şöyle bir. Çaresizlikten titreyen elleri de bir şeyler yap der
gibi ona bakıyordu. Bu ellerle düzgün, sonuca giden bir çizgi çekmesinin imkanı
yoktu. Işıkları söndürdü. Derin bir düşünceye daldı karanlığın ve sessizliğin
ilham veren huzurunda.
" Kader,
büyük bir oyuncuydu ama benim sahnem oynanmadı henüz. Bu oyunun sonucu benim
ellerimde, benim kalemimde. Öyle bir çizgi çizeceğim ki, çıkışını yalnız benim
bildiğim bir labirentte kaybolacak kader. Küçük oyunları yetmeyecek
kurtulmasına. Ellerimde eriyecek. Kimbilir belki de en büyük dostum olcak. Bu
hayat benimse, en büyük oyuncu ben olacağım. Kader, benim ışığım olacak.
Aydınlatacak mutlu yüzümü sahnenin üstünde. Ben alkışların önünde eğileceğim
kaderin değil. "
İrkilerek çıktı
daldığı o hipnozdan. Işıkları yaktı. Sanki kulağına fısıldanmıştı yıllardır
aradığı o cümleler. Sanki doğduğunda kulağına okunan ismi gibi, yeni bir isim
yeni bir kimlik daha kazanmıştı. Daha sağlam basıyordu yere. Ellerine baktı.
Cesur elleri vardı artık. Kulağında yankılanan o ses kaybolmuştu. Parkeye doğru
baktı. Yüzük bırakmıştı dönmeyi. Dünya, hala eskiye dönmüyordu. Artık O da
eskiye bakmıyordu zaten. Eline almıştı kalemi bir kere cesurca.
" Kimisi kaderini oynar..Kimisi ise kaderiyle oynar "
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder