24 Ağustos 2011 Çarşamba

Hayata Mektup



       Kendi hayatına mektup yazmak istiyordu bir adresi olmasa da.  Bir an olsun zaman ayırıp onu duysun istiyordu. Kim istemezdi ki yıllardır kendi istedikleriyle değil hayatın verdikleriyle idare etmek zorunda kaldıktan sonra. Yepyeni ve bembeyaz bir zarfı çok gördü ona. Kapkara ve kenarları yıpranmış bir zarf arayıp duruyordu çekmecenin en derinlerinde, içinden en büyük düşmanına bile söylemeye utanacağı sözleri sayarken. Her şeye rağmen “Sevgili hayat” diye başladı. Ama asla içinden değil kalıbına uysun diye ve dedi ki:
     ” Öncelikle şunu belirtmeden edemeyeceğim ki güzel olduğun kadar küstahsın da. Hiç bana öyle yeşilçam filmlerini çok izlemekten dolayı akli dengesini yitirmiş gibi bakma. Beni bu duruma sokan unsurun sen olduğunu bildiğin halde, yediği naneleri ” ben vallahi suçsuzum hakim bey ” tepkisiyle reddeden azılı suçlulardan ne farkın kalacak sonra gözümde.  Bugüne kadar hep el pençe divan dinledim seni.  Şimdi kulak ver prangalar arasında paslanmış çığlığıma. “
     Sonra bir an olsun durdu ve sessizliği dinledi. O kadar süredir sessizdi ki burası, bu odada en son ne zaman mutluluğa dair bir ses yankılandığını bile hatırlamıyordu. Sessizlik, yalnızlığın hüzünden olan çocuğuydu. Odanın köşesinde duran ve buğusundan kendini zar zor seçtiği aynaya kaydı bakışları tavandan akan suya ve köhne odasından yükselen rutubet kokusuna aldırmadan. El değmemişlik kokuyordu ve yalnızlığı perçinliyordu. Öyle acıdı ki aynadan yansıyan görüntüye, bir sigara yaktı masadaki küllükte hala boş bir yer daha vardır umuduyla. Artık onun tek dostu sigarasının ucunda yaşadığına inandığı ve her çekişinde karanlık odasını aydınlatan ateş böceğiydi. Bu yüzdendir ki yıllardır elinden düşürememişti sigarasını. Yazdıklarına bakarken “sevgili hayat” kelimelerinde donuklaştı bakışları ve aniden taş kesildi vücudu sanki bütün geceyi sokaktaki bir bankta geçirmiş evsiz gibi. Kendine geldiğinde kocaman bir kahkaha patlattı rutubetin, sessizliğin ve buğulu aynanın şaşkın bakışları arasında. Ama asla içinden değil kalıbına uysun diye. Zaten bu kahkahaya şahit olan birisinin içindeki hüznü anlaması o kadar kolaydı ki. Titreyen elinde sönmeye yüz tutmuş sigarasını kağıda yaklaştırdı ve bakışlarıyla çoktan deldiği “sevgili” kelimesine sıkıca bastırdı. Yanmış kağıt kokusu burnuna geldiğinde bir an için bile olsa küçük bir mutluluk yansıdı yüzüne. Mutluluk hızlıca yüzünü terk ederken dudaklarında belli belirsiz bir mırıldanma vardı. Diyordu ki:
   ” Ey hayat, sen hiç benim sevgilim olmadın ki. Platonik bir aşktı bizimkisi. Ben seni sevdikçe sen kaçtın. Bir an olsun izin vermedin sana yakından bakmama. Şimdi ben, senden nefret eden eski bir aşığından başka hiçbir şey değilim. “

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder